BİR LİSE HATIRASI
Liseye başladığım sene Trabzon'dan İstanbul'a yeni taşınmış, bizim okula gelmiş bir kız vardı. Sevgi.
Bu arada okulumuzdan da kısaca bahsetmek isterim.
Önceden rahibe okulu olan, üç katlı, pencereleri cumbalı, küçük, gıcırdayan tahta merdivenleri ile eski bir yapıydı. Şimdiki okulların aksine sıcak bir havası vardı. Karşısında da kapısını hiç bir gün açık görmediğimiz, gizemli bulduğumuz bir İtalyan kilisesi vardı.
İkamet ettiğimiz Boğaza nâzır semtte bir tane camii, iki tane kilise bulunuyordu (merakımızdan o kiliselerden birine gizlice girmiştik. Yanmış mumlarla, çok kasvetli, ürkütücü bir havası vardı) . Bu da, İstanbul'un en güzel yerlerini azınlıkların işgal ettiğinin kanıtıydı.
Konumuza dönecek olursak ; Sevgi'nin annesi mütedeyyin, temiz ahlaklı bir kadıncağızdı ve yıllardır kanser hastalığı ile mücadele ediyordu.
Birgün birlikte evlerine gittik. Annesi hasta yatağında sessiz, bitkin yatıyordu. Öyle tanıştık.
Sevgi evin bütün işini kendisinin yaptığından , üç kardeşiyle de kendisinin ilgilendiğinden, hayatlarının zorluğundan bahsetti.
Henüz on beş yaşındaydı ama kader, omuzlarına koca bir ailenin sorumluluğunu yüklemişti. Hem eve, annesine bakıyor, hem okula devam ediyordu.
Babası çalışıyor, geçimlerini sağlıyordu ama nihayetinde bir erkek olduğu için ev işlerinde ne kadar yardım edebilirdi?
Sevgi başörtülü bir kızdı. Ben de o sene yeni yeni başımı örtmeye başlamıştım. Başörtülülerin her yerde dışlandığı o dönemde bu, beni ona yaklaştıran önemli bir noktaydı.
Fakat fazla sürmedi Sevgi de ortama uydu,başını açtı. Zaten o dönemde, kuvvetli ve şuurlu bir imana sahip olmayan kızlar, maruz kaldıkları baskılara dayanamıyor, geri adım atmak zorunda kalıyorlardı.
Hele de bizim okulun İslam düşmanı müdiresinin her hafta bizleri toplayıp başörtümüzden dolayı hakaretler etmesi (okulda başımızı kapatmamamıza rağmen) sokaktaki giyimimize bile karışması, aşağılamaları katlanılır gibi değildi.
Muhazakâr hocalarımız bile, korkularından kendilerini gizler, başörtülü olan öğrencilerden uzak durmaya çalışırlardı. Bunu, birgün resim hocamız bana itiraf etmişti.
Adını vermek istemediğim o çok çağdaş (!)), İslam düşmanı ve ahlakî yönden adı çıkmış müdirenin,(mezun olduktan sonra) kırklı yaşlarda vefat ettiğini duydum. Tabi son nefesinde nasıl gittiğini bilmiyorum ama akıbetini düşünüp üzüldüm.
Neyse, Sevgi'ye döneyim.
Sevgi başını açtıktan sonra aramıza mesafe girdi. Fakat tabiki sınıf arkadaşı olarak ilişkimiz devam etti. O iyi bir kızdı,ciddî, düzgün bir karaktere sahipti.Terbiyeliydi.Hanım hanımcıktı.
Sevgi ortaokul yıllarından beri Trabzon'da bir çocuğu seviyordu. İsmini bile hatırlıyorum:Lütfü.
İnsan hafızası nasıl harika yaratılmış ki en ufak detayları bile unutmuyor. Allahu Ekber.
Onların tertemiz aşklarına saygı duyuyorduk. Hoşumuza gidiyordu. O zamanın aşkları çok masumdu ve samimiydi. Şimdikiler gibi geçici bir heves ve süflî arzularla kirli değildi.
Okuldan mezun olduktan sonra aynı çevreden bir kaç kişilik arkadaş grubuyla zaman zaman görüşüyorduk. O sıralarda Sevgi'nin annesi vefat etmiş, bana da bir eşarbını hatıra bırakmıştı. Sevgi "annem seni çok sevdi. Ölürsem bu örtüyü ona ver dedi" deyip o başörtüyü verdiğinde çok duygulanmıştım. Yıllar içinde o eşarp ne oldu bilmiyorum. Keşke saklasaydım. O kadıncağıza Allah'tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.
Sevgi okuldan mezun olduktan sonra bir müddet anaokulu öğretmenliği yaptı. Bu arada çocukluk aşkı Lütfü de üniversiteyi bitirdi, evlenip Maçka'ya yerleştiler. İki oğulları oldu.Aradan uzun yıllar geçti. Sevgi'nin tekrar başını örttüğünü duydum, mesaj atıp tebrik ettim.
Hayat meşgalesi, ayrı şehirler derken, zamanla irtibatımız koptu. Allah selamet versin.
Buna benzer bir hayat hikayesi okuyunca Sevgi aklıma geldi, yazdım. Belki şimdi kulakları çınlamıştır.
Hüsniye Ünal
Yorumlar
Yorum Gönder